Hadi gelin hep birlikte şu soruya bir cevap arayalım:
Varsayalım ki bir insanın hayallerini gerçekleştirmesi
kıyısından köşesinden size bağlı, kendi çıkarlarınız uğruna bu insanın
hayallerinin yıkılmasına göz yumar mısınız? Elinizde vicdanınızdan başka buna
engel olacak hiçbir şey yokken üstelik? Yani kesin olarak doğru ya da yanlış bir
seçenek yokken, yine de sırf sizi zor durumda bırakacak diye bu kişinin tüm
umutlarını, tüm emeğini çöpe atmaya tüm hayallerini yıkmaya vicdanınız el verir
mi?
Böyle bir durumda zorda kalırdım. Mantığım bana kendi
çıkarlarımı korumamı söylerken vicdanım “iyi ama” der “karşı taraf ne olacak?”
Sonra gelsin uykusuz geceler, günlerce vicdanla mantık
arasında boğuşmalar, doğru yolu bulma çabaları.
Bu vicdanla mantık arasında kalmanın sancıları sanırım hayat
boyu insanın peşini bırakmıyor. Ancak işin o boyutunu bir kenara koyup hadi bir
tercih yapalım ve vicdanımızı seçelim.
İşte tam bu noktada ipler karşı tarafın eline geçiyor. Senin
günlerce, gecelerce düşündüğün şey onun için bir hiç oluyor. O vicdanı değil
mantığını seçiyor ve başta konuştuğumuz gibi kendi çıkarları için senin hayallerini
çöpe atıyor. Sana zarar vereceğini bildiği halde mantığıyla hareket ediyor.
Üstelik bunu yaparken senin zorlandığın kadar zorlanmadan, arada kalmadan
yapıyor bunu. Hemen anında bir karar verebiliyor.
Dediğim gibi vicdan mı mantık mı sancıları insanın peşini
asla bırakmıyor. Karşı tarafın sana verdiği zarardan sonra sürekli tercihini
sorguluyorsun. Önce “vicdanla değil mantıkla hareket etmeliydim” diyorsun, “yanlış
tercih yaptım” diyorsun, sonra da “yok hayır! Doğru olan buydu, ben doğrusunu
yaptım!” Vicdanlı olmanın aptalca gururunu yaşıyorsun kendi içinde. Ne yüce
gönüllülük ettiğini ne büyüklük yaptığını düşünüp düşünüp aptal gururunla
dolaşıyorsun ortada.
Bir de bu konunun toplumda yarattığı etkiye bakalım. Eğer yaşadığın bu mantık mı vicdan mı ikilemi sadece seninle karşı taraf arasındaysa sorun yok, ama eğer toplum içinde yaşanan ve sonuçları herkes tarafından gözlemlenebilecek bir konuysa işte o zaman işin rengi değişiyor. Sen vicdanlı davranıp kendi çıkarlarına göre hareket etmediğin için yüce gönüllülük ettiğini düşünürken çevrendekiler senin tam bir enayi olduğunu düşünüyor. İşte bu yüzden vicdanlı davranmanın aptalca gururu diyorum. Mantığınla hareket etmediğin için toplum seni enayi yerine koyuyor, en küçük fırsatta seni ezmeye, yok saymaya başlıyor. Toplumdan dışlanıyorsun. Kimse senin gibi bir enayiyle birlikte olmak istemiyor. Daha da kötüsü aptal gururun burada da sana rahat vermiyor. Bu defa çevrendekileri sorgulamaya başlıyorsun, kendini onlardan farklı görmeye başlıyorsun. Seni dışlayan onlar değil de yüce gönüllü ve vicdanlı biri olduğun için çevrene kimseyi yanaştırmayanın sen olduğunu düşünüyorsun. Dediğim gibi aptalca kendinle gurur duyuyorsun.
Peki tüm bu yaşananlardan sonra?
Vicdanımızı seçtik, vicdanımızın sesiyle hareket ettik ve
kendi çıkarlarımızı göz ardı edip karşı tarafın bizi yok saymasına müsaade
ettik. Peki şimdi ne olacak? Benzer bir durumla karşılaştığımızda yine
kendimizi yok sayabilecek miyiz? Yeniden vicdan mı mantık mı tercihi yapmamız
gerekirse hangisini tercih edeceğiz? Bir öncekinde yaşadığımız travmanın boyutu
mu karar verecek buna? Ya da karşı taraftan aldığımız darbeler bize mantıklı
olmayı mı öğretecek?
Yine de bana vicdanın mantıktan daha üstün bir tarafı var
gibi geliyor. Sanırım ben her koşulda vicdanlı davranmanın daha doğru olduğunu
düşünüyorum. Bilemiyorum belki de aptalca gururlanıyorum.